25 Ağustos 2007 Cumartesi

Bakkal Ekmeği





Epeydir ekmek makinemi kullanmiyordum, hele son zamanlarda bu kadar populerken neden tekrar baslamiyorum ki...

Hem de bu konuda o kadar cok kaynak varken...

Hangi tariften baslayayim derken, kutuphanemde bulunan "Taze Ekmekler Sicak Oykuler" den, en basit bir tanesini sectim ama cok guzel oldu. Hani genelde makine ekmekleri biraz kek gibi olur ya bu onun disina cikti, bayagi bi firin ekmegi formatinda oldu nerdeyse...

Hemen tarife geciyorum...ama once olculer ile ilgili birsey belirtmem lazim, cay kasigi diye yazdigim bildigimiz cay kasigi olcusudur, kap ise makineden cikan, yani 240 ml gelen plastik bardagin olcusudur.


Malzemeler

  • 1 kap ilik su
  • 2 cay kasigi tuz
  • 2 yemek kasigi zeytinyagi
  • 3 kap un
  • 1,5 cay kasigi instant maya


Yapilisi

Malzemelerin makineye konulus sirasi soyle: once su, sonra zeytinyagi, tuz. Onun uzerine unu koyup, altta kalan suyu tamamen kapatiyorsunuz. En uste de maya... Unun suyun uzerine iyice ortmesi lazim ki maya ile su hemen temasa gecmesin.Makinenizi Temel ekmek, medium kabuk ve kucuk somun ayarinda calistirin.
Ekmek pistikten sonra makineden cikartip, sogumasi icin ekmegi tel izgaranin uzerinde bir sure beklettim...

Ben sonuctan cok memnun kaldim, tavsiye ederim.


Afiyet olsun !

20 Ağustos 2007 Pazartesi

Limonlu Tart



Limonlu etkinlik icin gec kalmis bir tarif. Italyan usulu limonlu tart. Hazirlanisi kolay, icindeki yogun tereyagina ragmen hafif olmayi basarabilmis bir tatli.
Aslinda uzerine icing sekeri konuyor ama ben bulamadigim icin bu haliyle biraktim. Uzerine vanilyali bir sos yaparsaniz bence cok yakisir.

Nasil yaptigima gelince...

Malzemeleri

Hamuru icin:

  • 200 gr un
  • 100 gr pudra sekeri
  • 100 gr tereyag, yumusatilmis
  • 2 yumurta sarisi
  • 2 tali kasigi limon kabugu rendesi

Ustu icin:

  • 150 gr tereyagi, yumusatilmis
  • 3 yumurta
  • 150 gr pudra sekeri
  • 2 limonun kabugunun rendesi
  • 1/2 limonun suyu



Yapilisi

Once hamurun nasil hazirlandigini anlatayim.

Unu ve pudra sekerini, birlikte cukur bir kaba eleyin. Ortasina bir cukur acip, icine yumusatilmis tereyagini ve yumurta sarilarini koyup, yogurun. Pesine limon rendesi ile bir tutam tuzu atip birazcik daha yogurduktan sonra hamuru, sterc filme sarip, buzdolabinda 1 saat kadar bekletin.

Gelelim ust malzemesinin hazirlanisina...

Yumurtalari pudra sekeri ile cirpin, icine limon kabugu rendesi ile limon suyunu ve yumusatilmis tereyagini ekleyip cirpmaya devam edin.

Hamuru cikartip, yaglanmis tart kalibina yerlestirin. Ben elimle bastirarak kaliba yaydim. Uzerine ust malzemesini dokun.

Onceden 180 derece isitilmis firinda 30 dk kadar pisirin.

Uzerine icing kullanabilirsiniz.

Afiyet olsun !

Deniz, Gunes ve Guzelim Bogazici Koprusu

Sonunda dondum. Doneli bayagi oldu, ama bilgisayarimda problem ciktigi icin uzun sure yazamadim. Hala duzelmedi, su anda esimin bilgisayarini kullaniyorum.

Bodrum'da son gun vakit bulamadigim icin size bahsedemedigim 2 yeri anlatmak istiyorum.

Birincisi, Bitez'in meshuur dondurmacisi, taze meyvelerle yapilmis, super...
En sevdigim dondurma tipi. Algida tarzi dondurmalari hic sevmiyorum sanki margarin yiyormus gibi oluyorum, o denli yagli ve agir geliyor bana...
Ben daha cok, sorbemsi dondurmalari seviyorum, hafif ve sulu. Iste Bitez'inkide de oyle.

Dondurmacinin duvarinda bircok unlunun resmi var...


Acgozluluk yapip 5 cesit birden denedim. Kimbilir bir daha ne zamana kismet olur gelmek.
iclerinde en cok begendiklerim, kavunlusu, balbademlisi ve kaymaklisi oldu ...

Ikincisi, Gundogan'da bulunan "Reana". Remziye hanimin lokantasi. Hem hos, hem de populer olmayi basarmis bir mekan. Coktan unlu isimlerin ugrak yeri olmus.


Mezeleri guzel ve lezzetli. Biraz borulce ile sorun yasadim, sansima hep kilciklari bana rastladi :(

Icerde tum mezeler tezgahta
sere serpe, dizim dizim dizilmis alicilarini bekliyor vaziyette... Baliklari da cok basarili, fiyatlar da uygun.

Tatilin kotusu olur mu hic... ama ne yazik ki yetmiyor insana, doyamadan geldim buraya...

11 Ağustos 2007 Cumartesi

Deniz, Güneş ve Kum

Eskiden tatile çıktığımda, zaman çok hızlı geçerdi. Her nedense bu sefer, her günümü içime sindire sindire geçiriyorum. Belki oğlumun büyümüş olması, belki eşimin yanımda olmayışı (kendisi iş yoğunluğundan dolayı bize katılamadı), kendimle başbaşa kalmama sebep oldu.

Hani insan denize gözlükle dalınca, denizin dibi ne kadar uçsuz bucaksız, ne kadar ürkütücü görünür ya, işte ben de iç dünyama daldığımda bu duyguları hissettim. Meğer ne uçsuz bucaksız ve de ne ürkütücüymüş. Derin derin düşüncelere dalıyorum, uçsuz, bucaksız.

Kafamı boşaltmak için yanıma kitap bile almadığımdan, deniz kenarında yattığım yerden, gözlerimi kapatıp etrafımdaki sesleri dinliyorum, ve o sesler bende başka başka çağrışımlar yapıyor. Duyduğum her kelimeyi, her cümleyi zihnime alıp, üzerine tıkladığımda, farklı farklı linklere götürüyor beni. (Bu aralar bilgisayarla fazla haşır neşir oldum da :)) Hani bazen kitap okurken olur ya, okuduğun bir cümle seni alıp bir yerlere götürür, bir de bakarsın ki 5 dakikadan beri aynı sayfaya bakıyorsun (bu, sanırım kitaptan sıkıldığım zamanlarda oluyor :) belki de buna konsantrasyon bozukluğu da deniyor olabilir, belki de bu sadece ben de oluyordur).

Rüzgarın da etkisiyle, insan sesleri sağa sola dağılıyor... Ama bu sesler beni bir şekilde dinlendiriyor. Gürültüyü sevmiyorum ama sessizliği de sevmiyorum.
Yanımdan geçen birinin, deniz terliğinin sıcak ve kuru kumda çıkardığı ses... denizdeki çocukların çığlık sesleri... genellikle gece sahnesinde rol alması gerekirken, bir şekilde gündüz sahnesinden de rol kapmış cırcır böceğinin sesi...tüm bu sesler bana ninni gibi geliyor adeta.

Uzaktan, 2 yaşlı teyzenin aralarında yaptığı hafif geyik sohbet:
-Hava çok sıcak şekerim
-Yaa öyle valla, ben de pek sevmem sıcağı
(e teyze o zaman niye geldin ki Bodrum'a, yaylaya falan çıksaydın ?)
-Evet evet keşke yağmur yağsa...
(nasıl yani? yav teyzecim, sen eminim ki 2 aydan beridir burdasındır, bizim gibi 4-5 günlük tatile gelmiş, zaman fukaralarından ne istiyorsun, bırak sıcak kemiklerimize işlesin...)
-Bak, sana ne anlatıcam, şu bahçesinde biber ağaçlı hanım var ya....
Biiiiip
Bundan sonrasına sansür koyuyorum... Ne de olsa sitemizin teyzeleri, ayıp olur şimdi, kirli çamaşırlarını ortaya dökmeyelim, bırakalım ağızlarının tadıyla dedikodu yapsınlar :)

Bu arada yine sahilde, gözlerim kapalı etrafı dinlerken, öğrendim ki, bahçeye biber ağacı dikmek çok sakıncalıymış, ağacın kökleri, bilmem kaç nolu evin tuvalet giderini tıkamış. Durumun vahametini düşünebiliyor musunuz. Anlayacağınız ağacın kökleri etrafı fena sarıyormuş. Haberiniz olsun, benden duyması.

Birşey daha öğrendim, yine kumsalda (arkadaşlar ben bundan sonra her dakika kumsala takılacağım, çok faydalı valla, bir sürü şey öğreniyorsunuz, sesli ansiklopedi).
Bu sıcaklar eyyam bahur sıcağı imiş, ne garip kelime, ve bu zamanda esen rüzgar leke yaparmış. (umarım yalandır, ben de bula bula bu günleri mi buldum güneşlenecek). Peşine de geceleri yıldız yağmuru olurmuş. Ben bu akşam çatıya çıkıp yıldızları seyredeceğim, eğer doğruysa tabi, acaba resimlerini çekebilir miyim?

Bu arada bol bol resim çekiyorum, babamın makinesini kullanıyorum. Fena sardım, herşeyi çekiyorum. Otları, böcekler, sebzeleri... sebzeleri evin arkasında buldum. Bizimkiler dikmiş, biber, domates ve kabak, annemler ilk geldiklerinde dikmişler. Bayağı büyümüşler, kabağın görüntüsüne inanamadım, kocaman, yani bi kabakla bi tencere yemek rahatlıkla pişer, hatta 6 kişi de doyar.

Çektiğm resimleri bu akşam yüklersen yarın yayınlarım belki....

Herkese Bodrum'dan sıcacık, deniz kokulu, masmavi sevgiler...

9 Ağustos 2007 Perşembe

Birazcık Tatil

Kısa da olsa tatil tatildir. Di mi ama ?

Son zamanlarda, iş yerinde, etrafa şaşı beş bakmaya başlayınca. Senin tatilin gelmiş, sen bi tatil yap gel dediler. Saolsunlar beni düşünmeleri çok güzel ama ben alışmışım 10 günlük tatillere. Üstelik geçen sene çıkmış olduğum tatilin 1. günü rahatsızlanıp hastanelik olup soluğu ameliyat masasında alınca ne tatil kaldı ne matil. Anlayacağınız hasret kaldım ben bu tatillere. Şu anda, burada Yaman Ayşe gibi bi şiir yazmak isterdim ama ıııh çıkmadı bişey :) Zaten şiirlerle pek aram yoktur. Neyyse...

Ben de atladım, annemlerin yanına geldim. Şu anda bu satırları size Bodrum'dan yazıyorum. Sıcak odamdan (ama ben bu sıcağı da özlemişim) saçlarımı ensemi yakmasın diye toplamış, sıcağa rağmen elimden geldiğince yazdıklarıma konsantre olmaya çalışıyorum.

Oğluşum da yanımda ha bire yazım hatalarımı bulup benimle dalga geçiyor... Ha bu arada o da bir site yaptı ablaları... yaaa... E tabii blogcu annenin blogcu çocuğu olur.

Blogunun adı Uçaklar. Her gün girip kaç kişi ziyaret etmiş diye kontrol ediyor garibim ama onun sitesi henüz popüler değil. Daha çok çalışması lazım çoook. Laf aramızda beni de biraz kıskanıyor :) Sitesine ilgi toplamak için bir yarışma düzenledi ama henüz tık yok. Bakalım ne olacak.



İlk günü "Sakız Ana" isimli bir lokantaya gittik (buraya lokantanın dışından çekilmiş resimlerini koyacaktım ama ayıptır söylemesi resimleri çekerken parmağım da çıkmış:) bu farklı bir makine de kusura bakmayın arkadaşlar daha sonra tekrar çekip koyacağım).
Sakız ana ev yemekleri yapıyor. Sahibi yaşlı bir teyze, o işletiyor, salaş bir yer ama müşterisi bol. Olmaz mı, yaptıkları o kadar çok lezzetliydi ki.



Ben bu kadar güzel zeytinyağlı fasulye yememiştim. Boncuk Ayşe ile yapmış, tadı tuzu herşeyi tam kararındaydı, içine de pul biber koymuş, biberin acısı o kadar yakışmış ki. Bundan sonra ben de zeytinyağlı fasulye yaptığım zaman içine kırmızı pul biber koyacağım.



Dün de Gümüşlük'teydik. Tabii ne yenir? Balık. Akvaryum'a gittik. Balığı çok güzeldi, ayrıca daha önce başka yerde hiç karşılaşmadığım patlıcan közlemesi de çok başarılıydı. Ama en çok finalde Tük kahvesini bizlere sunuş biçimlerine bittim. Çiçeklerle donanmış bir tepsi, ortada, içinde güllü lokum bulunan bir kap, etrafında likör ve kahveler.

"Ehli keyfin keyfini kim tazeler? Taze elden taze pişmiş taze kahve tazeler"

Adetlerimize bayılıyorum valla.

Bugün ise Bodrum'a indik. Gelmişken tarihi Yunuslar Karadeniz fırınına uğrayıp tahinli çörek alalım dedik. İnmişken dondurma da yenmez mi, yenir tabii... Penguen'in Karadutunu, Balbademini ve Sakızını pek severim. Ama bu sefer neredeyse tüm çeşitlerine sakız katmışlar, tatları pek ayırt edilemiyor. Olsun ben yine de seviyorum.

Sokaklar çok kalabalık, yeter bu kadar gezinti hadi eve gidelim...

4 Ağustos 2007 Cumartesi

İstanbul - Floransa - Metzingen Hattı

Uzuuuuunca bir aradan sonra herkese merhaba !

Neler yaptım, nerelere gittim, tüm bunları paylaşmak için bilgisayarımın başına geçtim yine

Beklenmedik bir iş programıydı ve bir hafta Floransa'da, bir hafta Stuttgart'ta kaldım... Bugün uyandığımda ise... inanın 1-2 saniye neredeyim ben dedim kendi kendime. Şükür sonunda evdeyim.

İki farklı ülke, iki farklı iklim ve iki farklı yemek kültürü. Buralara her uğradığımda, batı kültürüne her defasında bir kere, bir kere daha hayran oluyorum. Yollarına, düzgün yapılaşmalarına, trafiklerine (iş saatlerinde sıkışık olmasına rağmen, birbirlerine gösterdikleri sabır ve hoşgörülerine). Gözüme kendi memleket manzaralarımızı getirdikçe... biz de bunlara layık değil miyiz? diye düşünmeden edemiyorum.

Neyse şimdilik geçelim bunları....

İşten arta kalan zamanlarda, akşam üstleri biraz çevreyi ve lokantaları gezip görme fırsatım oldu. Yorucu iş seyahatlerinin en keyifli kısmı bence bu bölümü oluyor...

Stuttgart buz gibiydi, Temmuz ayında 17 derece! İnanılır gibi değil. Gitmeden internetten hava
durumuna bakmama rağmen, ancak gözümle görünce inandım. Allahtan tedbirli gitmiştim ama
yine de moral bozucu bir durum.

Almanların yemek tarzı benim damak zevkime pek uygun olmadığı için Stuttgart'ta da İtalyan lokantasına gitmeyi tercih ettim. Üstelik de gittiğim lokantanın yemekleri İtalya'dakilere taş çıkartır cinstendi. O derece başarılıydı. Özellikle Panna Cotta'sı ile Carpaccio'su bir harika. Lokantanın adı "Olio e Pane" idi, yemeklerinin dışında, mimarisi de güzel bir mekan, sanırım minimalist tarzda, öyle denenebilir herhalde çünkü sade ve modern. Malesef o gün yanıma makinemi almadığım için resim çekemedim, o yüzden internetten Olio e Pane ile ilgili resimler buldum, merak edenlere...

Floransa çok sıcaktı, buna rağmen iğne atsan yere düşmez bir durum vardı. Her yer cıvıl cıvıl turist kaynıyor. Eline makineyi kapan gelmiş. Ne görseler çekiyorlar. Ben de havaya kapıldım ha bire resim çekip durdum. Onları ayrıca yayınlıyacağım, çok fazla resim olmuş, henüz bilgisayarıma yükleyemedim.
İçinizde, daha önce Floransa'ya gidenleriniz olmuştur, küçücük bir şehir, birçok yere yürüyerek gidebiliyorsunuz. Otellerin çoğu pahalı ama en azından mesafeler yakın olduğu için yol ücretinden kurtarıyorsunuz. Lokantalar ise çeşit çeşit. Pahalı ve lüks olanlarının dışında kıyıda köşede kalmış uygun fiyatlı ve çok lezzetli yemek sunan yerler var.

Bunlardan bir tanesi ise "Trattoria Marione". Adresi Via della Spada 27/r50123 Firenze tel: 055 214756.















Toskana yöresinin tipik yemeklerini bu mekanda bulabilirsiniz. Sadece akşam yemekleri icin açık. Aksam 19:00'dan sonra, kapısında, açılmasını bekliyorsunuz. Birçok milliyetten müşterisi var. Japonlar burayı çoktan keşfetmiş bile. Size şu kadarını söyeliyeyim. Eğer bir restoranda Japon görüyorsanız bilin ki orada güzel ve taze yemekler var. Valla ben bunu bilir bunu söylerim, şimdiye kadar da aksini ispatlayacak bir durum olmadı doğrusu.

Marione'den size birkaç yemek önerisi yapabilirim.

"Tagliata di Manzo"


Güzel bir et yemeği.

Ben eti hafif kanlı severim, ama siz daha iyi pişmiş seviyorsanız mutlaka önceden belirtmeniz gerekiyor yoksa az pişmiş geliyor.


Dana etinden yapılıyor, eti yumuşacık. Aslında çok piştikçe biraz sertleşiyor. Az pişmiş olması sizi yerken de rahatsız etmiyor. Sanırım önceden marine ediliyor. Yanında biberiyeli patates ile roka sunuyorlar.

Kullandıkları zeytinyağından olsa gerek mideniz kesinlikle hazım sorunu yaşamıyor.
Bu benim favorim yemeğim.

Bunun dışında bir de "Et soslu Penne" var .

Klasik bir makarna yemeği ama en lezzetlisinden. Belli ki sosu saatlerce pişmiş. Bunu, içindeki etin yumuşaklığından ve aromalı lezzetinden anlıyorsunuz. Bence evde de yapılabilir cinsten. Böyle diyorum çünkü yaptığım Bolonez soslu makarnalarda yakaladığım lezzet bununkisine çok yakın.
Makarnası diri diri. Italyanlar tüm makarnaları aşağı yukarı 8-9 dakika kadar haşlıyorlar, daha fazla değil. Bence çok da iyi ediyorlar çünkü çok lezzetli oluyor.



Size bu ayki etkinlik için kaldığımız otelin kahvaltı köşesinden resimler çektim.



















Sabahları sade ve öz bir kahvaltı: çırpılmış yumurta, salam&peynir çeşitleri. Reçeller, tereyağı, müsli , meyve ve küçük tartöletler.

Tüm bunları geride bırakıp eve döner dönmez, ilk işim sokağın köşesindeki (ailemizin) simitcisine uğrayıp simit almak oldu, özlemişim çok. Tabii yanında çay ve bir de Üsküdar'dan Karaköy'e geçerken, vapurun arkasından martılara bakmak da güzel giderdi ama ben sadece hafta sonu trafiğinde caddede sıkışmış arabaları seyretmekle yetindim :)

Herşeye rağmen insanın memleketi gibisi yok.

Bu duruma şöyle diyebiliriz "Bülbülü altın kafese koymuşlar ille de İstanbul, ille de İstanbul" demiş.


Herkese İstanbul'dan kucak dolusu sevgiler...