Valla özellikle mutfak kültürünü gayet güzel bir şekilde temsil ettiğimize ve tanıttığımıza garanti verebilirim :) Zira kendisi yemeklerimize hayran, özellikle de bizim evde pişenleri büyük bir iştahla yiyor. Bu beni ne kadar mutlu ediyor anlatamam... Burada kaldığı süre zarfınca da elimizden geldiğince onu gezdirmeye çalışacağız. Sayesinde biz de görmediğimiz yerleri gezme imkanını elde etmiş olacağız.
Biraz da kendi ülkemizde turist olalım di mi :)
Turumuza Kadıköy'den Eminönü vapuruna binerek başladık. Ne çok özlemişim, talebelik dönemimden bu yana yapmadığım birşeydi bu. Vapurla geçilir de, İstanbul'un güzelim simidi ile yanında şöyle demli güzel bir çay içilmez mi? Offf ya ülkemin simidini bile hiçbirşeye değişmem ben...
Hava da o kadar güzel ki, güneş tepede sıcacık... ama yine de geminin dışında oturamadık. Anne Claire, yolculuk boyunca martıların bize eşlik etmesini büyük bir ilgiyle izledi... Bu arada İstanbul'u da çok temiz bulduğunu söyledi. İnsan içinde yaşayınca bazı şeylerin farkına varamıyor mu ne... gerçekten temiz bir şehre mi sahibiz ?

Turumuza önce Yerebatan Sarnıcını ziyaret ederek başladık. Ne kadar büyülü bir atmosfer... Masal ülkesi gibi...Hayallere dalıp gittik... Yürürken tepeden şıp şıp su damlıyordu. Anne Claire, yerler ıslak olduğu için bir iki kere kayma tehlikesi atlattı, ama benim ayaklarımda araba tekeri gibi altın kalın lastikli çizmelerimle bana mısın demedim :)

Sarnıcın içinde bir sürü balık vardı... İnsanlar sarnıcın içine dilek paraları atmış hep, ışık vurdukça pırıl pırıl parlıyordu...

İçerde anlatılan gerçek bir tarih var tabii ama bunun yanısıra mitolojik hikayeler de var. Sarnıcın içinde heykelleri bulunan Medusa başları ile ilgili hikayeler var ve bir rivayete göre Medusa siyah gözleri, uzun saçları ve güzel vücüdu ile övünen bir kızmış. Uzun zamandan beri Yunanlı Tanrı Zeus'un oğlu Perseus'u sevmekteymiş. Bu arada Tanrıça Athene'de Perseus'u sevmekte ve Medusa'yi kıskanmaktaymış. Bunun için Tanrıça Athene Medusa'nın saçlarını korkunç yılanlar biçimine sokmuş. Artık Medusa kime baksa, baktığı kimse taş kesilirmiş. Daha sonra onu bu biçimde gören Perseus heyecanla Medusa'nın büyülendiğini düşünerek başını kesmiş, başını eline alıp düşmanlarını taşa çevirerek bir çok savaş kazanmış.

Yine bir söylentiye göre Medusa Yunan Mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgonadan birisiymiş. Bu üç kız kardeşten yalnızca yılan başlı Medusa olumluymuş. Ve kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahipmiş. O dönemde büyük yapıarı ve özel yerleri kötülüklerden korumak amacıyla Gorgona kafalarının resim ve heykellerinin konulduğu, Medusa'nında bu düşünceyle buraya konulduğu zannedilmekteymiş.
Hikaye ne olursa olsun, umarız Medusa bizim karşımıza çıkmaz diye dua ettik. Taşa dönüşmek hiç de hoş olmazdı herhalde :)
Neyse, buradan çıktıktan sonra ikinci durağımız Ayasofya oldu. Ne kadar muhteşem bir yapıt.
İçeri girer girmez tarihin kokusu hemen etrafımızı sardı. Ne garip bir duygu, sanki etrafımda o çağlarda yaşamış insanların ruhlarını hissettim, sanki onlar hala o boyutta yaşamlarına devam ediyorlar, biz de bu boyutta kendimizinkine...

İçerde dolaşırken başımızı tavana kaldırıp sürekli "Aaa şuna bak, aa bunu gördün mü, vay be..." demekten kendimizi alamadık.
Yazık ki kilise olduğu dönemde yapılan tüm freskler camii olduktan sonra kapatılmış... daha sonra yakın geçmişte bu fresklerin bir kısmını ortaya çıkarmışlar. Sanırım içerde bu sebepten sürekli restorasyon yapılıyor. Gerçekten çok etkileyici idi.

Ama gezimizin en etkileyici kısmı Sultanahmet camii idi.
Şöhreti “Mavi Camii” olarak bilinen eserin asıl adı I. Sultan Ahmet Camiidir.
1609-1616 yılları arasında Sultan I. Ahmet tarafından Mimar Sedefkar Mehmet Ağa'ya yaptırılmış. Mimar esas mesleğine yakışır şekilde, cami içerisini kuyumcu titizliği ile dekore etmiş. Mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için Avrupalılarca "Mavi Cami (Blue Mosque)" olarak adlandırılır. Cami büyük bir kompleksin içerisinde bulunurmuş. Bunlar bir kısmı zamanımıza gelemeyen sosyal ve kültürel içerikli yapılarmış. Caminin mimarı klasik Türk sanatının ulu mimarı olan Koca Sinan’ın öğrencisiymiş ve caminin yapımında hocasının daha önce denediği bir planı, daha büyük ölçüde uygulamış.
Sultanahmet, Türkiye'nin altı minareli ilk camisi imiş. Bir efsaneye göre dönemin padişahı I. Ahmet, başta minareleri altından yaptırmak istemiş. Ama kaplamada kullanılacak olan altının değeri padişahın bütçesini fazlasıyla aşınca, caminin mimarı Sedefkar Mehmet Ağa bu emri güya yanlış işiterek, "altın" sözcüğünden "altı" yaparak, camiyi 6 minareli inşa ettirmiş.
İçerisi gerçekten çok büyüleyici idi. Bi süre içeride oturup o gizemli havayı içimize iyice sindirmek istedik, daha sonra avluya çıktık. Tam o sırada ezan okunması çok hoş bir tesadüf oldu. Şimdiye kadar kaç kere duymuşumdur bilinmez ama ezan sesinin beni şimdiye kadar bu kadar etkilediğini hatırlamıyorum. Tüylerim diken diken oldu, neden bilmiyorum ama göz yaşlarıma hakim olamadım ve gizlemek için gözlüklerimi takmıştım ki bir de ne göreyim bizim Anne Claire de ağlıyor. Demek ki , hangi dinden olursa olsun etkileyci olan birşey varsa herkes etkileniyor.
Karnımız iyice acıkmıştı, tabii uğranılacak tek bir yer vardı. O da meşhur Sultanahmet köftecisi. Güzel bir mekan. Duvarlarında, buraya uğramış ünlülerin el yazılarıyla yazılmış kağıtlar bulunmaktaydı. Tabii birer porsiyon köfte ve piyaz yedik. Peşine de irmik helvası. Son derece lezizdi.
Turumuzun son durağı ise kapalıçarşı oldu. Rengarenk kumaşlar, pashminalar, sedef kakmalı tavlalar, mineli çay bardakları... ama gözümüz pullu pullu dansöz kıyafetlerine takıldı :) Ha bi de taklit çantalara, ama Anne Claire'i bu konuda uyardım, çünkü Fransa bu konuda ciddi yasaklar koymuş olan bir ülke. Çantalar o kadar gerçeğine yakındı ki alıp almamak konusunda epeyce bir düşündü.
Çok yorulduğumuz için, Bedestende kısa bir tur yaptıktan sonra hem dinlenmek hem de yemeğin üstüne iyi gider düşüncesiyle "Şark Kahvesi"nde Türk kahvesi içtik. Yorgunluğumuzu kahve ile giderdikten sonra da evin dönüş yolunu tuttuk.
Tabii güzel İstanbul'un daha gezilecek ve görülecek o kadar çok yeri varki. Artık bir başka sefere....
Herkese kocaman sevgiler...