25 Ocak 2010 Pazartesi

İstanbul'um Karla Kaplandı Bugün

SNC10409

Sabah kalktığımda lapa lapa yağan karı gördüğümde
gözlerime inanamadım. Daha dün, ne zamandır şöyle doğru düzgün bir kar yağmadı diye İstanbul'un havası hakkında dedikodu yapıyordum ki ...sen misin konuşan. Al sana kar.

Giyindim kuşandım, işe gitmek üzere hazırlandım, arabaya bindim ama otoparktan çıkamadım ki. Arabada zincir var, var olmasına ama bi sorun bakalım, takmasını biliyor musun diye, araba konusunda ahkam kesen ben, bu acizliğim karşısında kendime söylendim durdum.
Kala kaldım tabii ki.









Hiç durmadı, akşam saatlerine kadar inadına yağdı da yağdı, lapa lapa... Tombiş tombiş birikti yaprakların üzerinde.

Kar bu kadar iştah kapartıcı bir şekilde yağınca apartmanda ne kadar çocuk varsa hepsi dışarda, deli gibi kar topu oynadılar, burunlar yanaklar kıpkırmızı, yaka bağır bir tarafta...e onlar eğlenmesin de kim eğlensin. Sonunda kar duaları tuttu ama birkaç gün rötarla :) Okullar zaten tatiil...

Gözüm ruhum bayram etti diyebilirim, yağan karı seyretmek, halı gibi etrafı kaplamasını izlemek nedense ruhuma ayrı bir huzur veriyor. Bu güzel görüntüye sıcak bir de çayın eşlik etmesi ayrı bir keyif, dışarısı soğuk içerisi sıcak.

Ben huzur duyarken soğuktan yiyecek bulamayan canlılar aklıma geldi, cam kenarına ekmek koydum ama onlar da karla kaplandı, balkonda bile 15-20 cm kar birikti.

Kaç senedir birikmiş bir özlemdi bu, bol bol giderdim bugün...

24 Ocak 2010 Pazar

Fırında Helva

SNC10340

Buzzzz, hava buz gibi, buz gibi de... kar yok sadece kuru bir soğuk, ayrıca yerler de jilet gibi, feci kaygan, yarın nasıl işe gideceğim, kara kara düşünüyorum. Buzlanmış yola hiçbir şey fayda etmez, ne kar lastiği ne de zincir. Bu kadar soğuğu çekiyoruz ama ortada doğru düzgün kar yok ki...Gerçi bizim dışımızda herkes kar gördü. Bulunduğum bölgede kar fotokopi gibi, yani sanki orijinal değil de sahte gibi duruyor, var ile yok arası bişey. Televizyonlarda bakıyoruz millet karlarda yuvarlanıp kar topu oynuyor ama bizim buralarda kıyıda köşede, biraz arabaların üzerinde biraz şurda biraz burda...ne kadar büyük bir şehirde yaşıyoruz ki bir mevsimin bile çeşit çeşit alt açılımları var. Neyse canım sonuçta soğuklar uzun sürmesin tabii ki, Allah evsizlere acısın.

İlk defa bu kadar soğuk bir kış görüyorum İstanbul'da. Gerçi annem anlatır, sene kaç bilmiyorum ama boğaza buzullar falan geldi diye, yoksa kurtlar mı indi demişti, hatlar karıştı valla hatırlayamadım şimdi :) Ama kendi yakın geçmişimden örnekler sunabilirim size.
Bugün eşimle biraz taze hava alalım diyerekten dışarı çıkmıştık, yolda yürürken aklımıza 86 senesinin kar yağışı geldi, o zaman üniversite öğrencisiydik ve o gün okula gidemediğimiz için tüm arkadaşlar caddeye gelip yürüyüş yapmıştık. Hatta noter sokakta kayak yapanları görmüştük, ne kardı ama, sanki her taraf bembeyaz bir halı ile kaplanmıştı. Afacan çocuklar karşı kaldırımdan diğer kaldırımdakilere kar topu fırlatıyorlardı, hatta bazıları işi abartıp içine taş koyup fırlattıkları için polis gelmişti. Aradan yaklaşık 24 sene geçti ve bir daha böyle bir kar yağışı görmedim diyebilirim. Gerçi sonrasında, sene sanırım 88 di, okuldan mezun olmuştum, ilk işimde çalışıyordum, işe gitmek üzere yola çıkmıştım, 86 senesindeki gibi olmasada karlı bir yıldı. Otobüs ile karşıya geçiyordum, köprü buz tuttuğu için otobüste 2 saat mahsur kaldıktan sonra otobüs şöförü dileyenlerin inebileceğini söylemişti. Ben yaşlarda 2 genç kızla kafayı uydurup, birlikten güç doğar diyerekten otobüsten inmiş, 3 kız otoyolda yürüyerek evlerimize dönmüştük, kaç saat yürüdük hatırlamıyorum, tabii sonunda bir vasıta bulmuş yolun geri kalanını da o şekilde gelmiştik ama, eve geldiğimde, o zaman cep telefonu olmadığı için, annemin meraktan deliye dönmüş haliyle karşılaşmıştım. Ayaklarımı hissetmiyordum, annem bunun için bir tasa sıcak su doldurmuş ve ayaklarım buzunu öyle çözmüştük diyebilirim.

Çok da zor bir deneyim değil belki bu ama, o yaşlarda demek ki insan böyle şartlar altında başının çaresine bir şekilde bakabiliyormuş, bunu görüyorsun.

Anıları hatırlamak güzel, anılarının olması da güzel. Belki o gün kendimce kötü bir deneyim geçirmiştim ama bugün o günü hatırladığımda aklımda güzel bir tat kaldığını görüyorum.
Güzel bir tat dedim de geçen gün balığın peşine yapmış olduğum fırında helva da ağzımızda güzel bir tat bıraktı doğrusu.
Hani genelde balıktan sonra "tatlı ne var?" denir ya...işte bir anda aklıma dolapta duran sade tahin helvası geldi.

Hemen bir tabağa koyup biraz taze limon suyu, 2 çorba kaşığı süt ve 1 çorba kaşığı da krema ilave edip ezerek yumuşattıktan sonra küçük bir fırın kabına koyup önceden 200 derecede ısıttığım fırında üzeri resimdeki gibi kızarıncaya kadar tuttum, sanırım 5-6 dakika falan sürdü. Kattığım malzemeler tamamen göz kararıydı. Ekmeği süre süre yedik, balığın peşine çok iyi gidiyor, tavsiye ederim.


Afiyet olsun !

20 Ocak 2010 Çarşamba

Kağıtta Meyveli Lüfer

SNC10338

Bugün bi ara bilgisayarımda problem çıktı, tabii hemen sevgili bilgi işlemci arkadaşlarımıza başvuruldu ve onlar bilgisayarıma bağlanmış problemi çözmeye çalışırken bu arada 30 dakika içinde ofiste kış temizliği yapıldı. Öylesine, bir kalem ararken başlatmış olduğum eylem, temizlik operasyonu olarak son buldu. Ama iyi de oldu, gereksiz ne var ne yok atıldı...bir gün işe yarar diye tutulan makbuzlar, kurumuş fosforlu kalemler...daha neler neler...bu son zamanlarda evde de gereksiz eşyaları hemen atıp kurtuluyorum, çizilmiş tabaklar, kenarı çatlamış bardaklar vs vs...bana sanki evde durdukça olumsuz ışınlar yayıyo gibi geliyorlar. Ama sakin aklınıza kırıp döküp herşeyi attığım fikri gelmesin, eşyalarımı genelde çok itinalı kullanır uzun süre muhafaza ederim. Tam da burada, bunun bana babamdan geçen bir özellik olduğunu diyecektim ki (e.. demiş oldum :)) annem duyarsa bozulur düşüncesiyle demediğimi sizin de duymadığınızı düşünüyorum :) aslında o da öyledir ama babam bir başka türlü titizdir, yani evlenmeden önceki yıllarımdan beynime kazınan "babam titizidir" "babam titizdir" imajı yanıp yanıp sönüyor :)

Çocukluğuma indiğime inanamıyorum, tüm bu konulara nereden geldim diye klavyenin tuşuna basıp yukarı çıkıyorum ve "heh hatırladııım" oluyorum, ofis ve 30 dakika mola vermeme sebep olan bilgisayarım..., konu buydu ama ben tekrar şu negatif enerji veren kırık dökük eşyalar konu başlığına dönmek istiyorum, aslında bu benim bir kitapta okuduğum bir konuydu...kitabın adı pek bi değişikti "Afedersiniz ama hayat sizi bekliyor". Bu kitap beni bayağı bir etkilemişti ve kafamda belli belirsiz inandığım şeyleri yazılı çizili görünce kendimden daha bir emin olmuştum ve getirdiği açıklamalar da aklıma yatmıştı. Kitap, yaşadığınız sorunlara farklı bir açıdan bakmanızı sağlıyor...öğrenip de hala uyguladığım yöntemleri vardır mesela.

Şu 30 dakika sayesinde masamın çekmecelerini temizleyip arındırarak kendimi ne kadar da iyi hissettim, tıpkı geçen akşam pişirmiş olduğum meyveli lüferde olduğu gibi......................
Konuyu nasıl bağladım ama :) bu arada yanlış anlaşılma olmasın, ev halkı bu tarz yemeklere kesinlikle ve kesinlikle kapalıdır, ama ben hiç üşenmeden kendime ve onlara ayrı ayrı yemek yaparım. Onlar yemiyor diye değişik lezzetlerden mahrum kalmayı kendime yapılmış bir haksızlık olarak görüyorum. İyi ki de görüyomuşum, bu yemeği yerken kendimi, aynen ofisteki gibi, temizlik yapmışcasına iyi hissettim, artık psikolojik mi yoksa Gökçen Adar'ın sihri mi bilmiyorum. Acaba kendisi bu tarifleri nasıl yaratıyor çok merak ediyorum, ama gerçekten cüretkar buluyorum kendisini, en azından benim aklıma gelmeyen uyarlamaları var. Hiç akla gelmeyecek kombinasyonları oluyor. Öyle ki bazen uygulamaya cesaret edemiyorsunuz, hani belki tadını beğenmezsiniz diye....
Bu da onlardan biri, tabii siz de yeni tadlar denizinde yelken açmayı sevenlerdenseniz bu tarifi şiddetle tavsiye ederim...en azından faydalı gıdaları bir arada yemenin huzuru ve vicdan rahatlığı gününüzün iyi geçmesini sağlayacaktır.

Bu akşam çoook uzun cümleler kurdum, ama hazır konuyu tarife bağlamışken bir daha çözüp açılmayacağım, o nedenle hemen tarife geçiyorum, eğer bir an önce geçmezsem bu yazı daha çoook devam eder :)

Tarif 2 kişilik olmasına rağmen tabii ki hepsi bendeniz tarafından afiyetle yendi...ama siz, aynı damak zevkine sahip biri ile bu balığı seve seve paylaşabilirsiniz.


Malzemeler

  • 1 lüfer
  • 1 mandalina
  • 1 elma
  • 1 limon
  • 1 kivi
  • 1 kahve fincanı nar tanesi
  • 2 pazı yaprağı
  • 1 kahve fincanı zeytinyağı
  • tuz, karabiber

Yapılışı

Yağlı kağıdı fırın tepsisine balığı paketlemenize izin verecek ölçüde kesip yayın. Pazı yapraklarını kağıda serin. Elma, kivi ve mandalinanın kabuklarını soyup dilimleyin. Limonu kabuklarını soymadan halka halka doğrayın.

Meyvelerin yarısını pazı yapraklarının üzerine dizin. Balığın her iki tarafını tuzlayıp biberleyip meyvelerin üzerine yerleştirin. Üzerine kalan meyveleri dizip nar tanelerini serpiştirin. Zeytinyağını gezdirin.

Yağlı kağıdı güzelce kapatıp, önceden 180 derece ısıtılmış fırında yaklaşık 35 dakika kadar pişirin.

Afiyet olsun !

17 Ocak 2010 Pazar

Sunshine Award ödülü




















Sevgili Esra bu ödülü bana layık görmüş, kendisine çoook teşekkür ediyorum. Benim de 12 kişiye bu ödülü vermem gerekiyormuş, ama ben çok zorlanıyorum böyle şeylerde ve inanın seçim yapmak çok zor, o nedenle de ben de etkinliğime katılan herkese bu ödülü göndermek istiyorum. Burdan herkese kocaman selamlarımı gönderiyorum.

Sevgilerimle :)

16 Ocak 2010 Cumartesi

Etkinlik Tarifleri

Etkiliğimin sonuna geldik...benim için çok keyifli oldu, her gün kim ne göndermiş diye merakla posta kutuma bakıp durdum. Katılan herkese sonsuz teşekkür ederim. Her biri birbirinden eğlenceli ve lezzetli tariflerle dopdolu bir etkinlik oldu.

Etkinlik tariflerine ve katılımcıların bağlantılarına buradan ulaşabilirsiniz. Hadi daha ne duryorsunuz buyurun güzelim tarifler sizleri bekliyor,

Umarım kimseyi unutmamışımdır...

Burdan herkese sevgilerimi gönderiyorum ve başta Yaman Etkinlikleri başlatan Sevgili Ayşe Yaman olmak üzere aşağıda blog ve site isimlerini verdiğim tüm katılan arkadaşlarıma tek tek teşekkür etmek istiyorum;

Papatya Demeti
Evde Pasta
Pastatika
Mutfaktan Sesler
Renkli Kurabiyeler
Meltem Mutfakta
Uğurlu Tadlar
Sevimli Mutfak
Narince
Gönülünce Lezzetler
Deryayla
Çalışan Anne olmak
Pastaeli
Ufuk Mutfakta
Zencefil
Berince Tadlar
Pastalı Mutfak
Pastalila
Cake Life
Petunyalarım
Eya' Cookies
Merbo'nun Mutfağı
Pelin'in Pastanesi
Yeni Tadlar
Nuralp'in Elinden
Bir Dut Masalı
Şeker Pasta
Casminella
Mutfakta Penguen
Lezzet Sokağı
Elif'in Kurabiyeleri
Anne Bal
Leziz Bilgi

13 Ocak 2010 Çarşamba

Limonlu Cheesecake

SNC10157

Bu cheesecake bir başka güzel oldu, tadı harikaydı.

Cheesecake pişirirken dikkat edilmesi gereken bazı noktalar var. Öncelikle cheesecake üst malzemelerini çok karıştırmamak gerekiyor. Ayrıca fırını çok sık açmadan pencereden pişip pişmediğine bakılması lazım, bir diğer ve en önemli noktalardan biri ise piştiğini anlamak için sakın kabını sallamayın yoksa çatlar (tecrübe ile sabittir :))

Malzemeler
  • 200 gr eti burçak
  • 30 gr margarin, eritilmiş
  • 2 su bardağı süzme yoğurt
  • 1 kutu krema
  • 1 paket labne
  • 1 su bardağından 2 parmak az toz şeker
  • 5 yumurta
  • 3 çorba kaşığı mısır nişastası
  • 1 çorba kaşığı limon suyu
  • 1 limon kabuğu rendesi
  • 2 paket vanilya

Yapılışı

Bisküvileri blenderdan geçirip yağ ile karıştırın. Yağlanmış kelepçeli bir kek kalıbına (24 cm) bastırarak yayın, bu işlem sırasında bardağın altını kullanabilirsiniz. Önceden 160 derecede ısınmış fırında 5 dakika kadar pişirin.

Yumurtaları şekerle iyice çırpın, kalan malzemelerin tümünü yumurtalı karışıma ekleyip biraz karıştırın, yukarıda daha önceden belirttiğim gibi çok fazla karıştırmayın, sadece malzemeler birbiriyle özdeş olana kadar.

Karışımı bisküvilerin üzerine dökün ve kabı fırına koyun. Yaklaşık 45-50 dakika kadar pişirin. Pişme süresi fırına göre değişim gösterebilir, o yüzden fırının penceresinden sık sık kontrol edin. Çok çok katılaşmasını beklemeyin fırından çıkarırken puding gibi oyması gerekir, bu sorun değil çünkü dışarı çıkınca soğuyup katılaşıyor.

Dilerseniz üzerine limonlu sos yapabilirsiniz, bunun için;

1 limonun suyunu, 1 su bardağı suyu, 2 limon kabuğu rendesini ve 5 çorba kaşığı toz şekeri bir sos tenceresine koyup karıştırın ve ateşe koyup sürekli karıştırarak koyulaşiıncaya kadar pişirin. Koyulaşan sosu cheesecake'in üzerine dökün.

Afiyet olsun !

3 Ocak 2010 Pazar

Taze Fasulyeli Bulgur Pilavı

SNC10306

Mutlaka değişik tarifler denemem gerekiyor, denemezsem olmaz. Değişik tadlar denemek varken neden hep aynısını pişireyim ki? Gerçi bazen kötü sürprizlerle karşılaşmıyor da değiliz ama soframda monotonluktan hiç hoşlanmıyorum, tam bir maceraperestim, ama sadece mutfakta öyleyim :)

Fasulyeyi daha önce pirinçle pişirmiştim, anne tarafının yemeğidir, pek de güzel olur, pirinçle olunca bulgurla da olur dedim ve denedim. Tarifini kendim uydurmadım, yemek dergisinden alıntıdır. Sizler için önceden denemiştim oldum...tavsiye ederim, et yemeklerinin yanına çok yakışır.

Buyrun tarifi....

Malzemeler
  • 2 su bardağı pilavlık bulgur
  • 250 gr çalı fasulyesi
  • 3 çorba kaşığı tepeleme tereyağı
  • 2 çorba kaşığı salça
  • 4 su bardağı su
  • 4 diş sarımsak
  • tuz, pulbiber, nane

Yapılışı

Fasulyelerin kılçıklarını ayıklayıp boydan incecik kesin. 1 su bardağı tuzlu suda 15 dakika haşlayın.

2 çorba kaşığı tereyağını tencerede eritin, üzerine salça, tuz ve pulbiberi ilave edip 1 dakika kadar kavurun. Kalan suyu, fasulyeleri ve tuzu tencereye ekleyip kaynadıktan sonra 5 dakika kadar pişirin.

Kaynayan salçalı suya bulguru ilave edin ve üzeri göz göz olunca ocağı iyice kısın ve 15 dakika kadar pişirin. Yalnız bu esnada birkaç kere kontrol edin, gerekirse su ilavesi gerekebilir.

Kalan tereyağını tavada eritip içine dövülmüş sarımsağı ve naneyi ekleyip kızdırdıktan sonra pilavın üzerine gezdirin.

Karıştırıp altını kapatın ve 10 dakikak sonra servis yapın.

(resimde, naneli tereyağını dökdükten sonra karıştırmadığım için naneler üzerinde kalmış olarak gözüküyor)

Tadı harika oldun. Tavsiye ederim.

Afiyet olsun !

1 Ocak 2010 Cuma

Herkese Mutlu Bir Yıl Diliyorum

Tanrı dedi ki:

Tüm zorlukların çaresi sevgidir. Yeterince sevgi olduğunda etrafta, zorluklar ortaya çıkmazlar. Şayet yeterince sevgi varken, ortaya çıkarsa da zoluklar zaten kimse sıkıntı duymaz bundan. Sınırsız, hudutsuz engin bir sevginin mevcudiyetinde kim umursar ki sorunları!

Hakkında konuştuğumuz sevginin tebrik kartları ve hisler olmadığını biliyorsunuz elbet. Saf, duru niyetten söz ediyoruz. Eğer herkes korkudan, güvensizlikten, tamahkarlıktan, yargılamaktan, bencillikten, ben-bilirimcilikten önce sevginin gelmesini arzu ederse şayet öyleyse hangi güçlük, hangi sorun mevcut olabilir ki? Arzu ve niyet yeterlidir dünyayı tersine çevirmek için. Abarrtığımı düşünüyor olabilirsiniz ancak abartmıyorum Ben.

Yarın herkes zihninde “izleyen” düşüncelerle uyansa uykusundan, tahhayyül edin o vakit ışıldayacak hayretlere şayan sevgiyi:

“Peşinen sevgi gönderiyorum bugün karşılaştığım herkese. Bugün karşılaşmadığım herkese de sevgi gönderiyorum tanıdığım ve tanımadığım herkese sevgi gönderiyorum. Sevgi gönderenim ben. Sevgi gönderiyorum aileme, komşularıma, şehrime ve dünyanın dört bir köşesine. Dahası, kainata sevgi gönderiyorum, bilinen ve bilinmeyen tüm gezegenlere. Bir ad verilmiş olan ve olmayan tüm yıldızlara sevgi gönderiyorum. Orada bir şekilde varolan tüm yıldızlara ve aylara sevgi gönderiyorum. Yeryüzündeki ve Cennetteki tüm meleklere sevgi gönderiyorum. Sevgi gönderiyorum tüm çocuklara, doğmuş olanlara ve henüz doğmayanlara. Yüreğim sevginin bir değirmenidir benim, tüm gün boyunca dönmekte olan.

“Bugün sevgi, otobüsü yakalamaktan da önce geliyor. Gururdan önce geliyor. Her türlü görevden, yükümlülükten önce geliyor ki biliyorum görevim sevgiye öncelik vermektir. Nereye gidersem gideyim bugün, önce sevgi göndereceğim oraya. Neye bakarsam bakayım sevgiyle bakacağım ona.”

“Herhangi bir olumsuzluk zihnimi karıştırırsa şayet ona “Git” diyeceğim çünkü bugün yüreğimden içeri ve yüreğimden dışarı sadece sevgiye izin vereceğim.”

“Yaydığım her bir nebze sevgi bana muazzam bir sevgi veren ve benden sadece onu yaymamı isteyen Kainatın Tanrısına ufak bir teşekkürdür. Muazzam bir sevgi veriyor Tanrı bana, onun için ne yapmam ki? Nasıl bu denli çok sevebiliyor Tanrı bilmiyorum lakin sevdiğini biliyorum. O bu denli çok ihsan ettiğinde ben de aynısını yapmayı arzu ediyorum. Yüreğimin derinliklerini kazıp sevginin elmaslarını, yakutlarını, altın paralarını bulup ortaya çıkaracağım. Tanrı diyor ki yüreğimdeki sevgi Onunkisi denli sınırsız. Dahası yüreğimdeki sevginin Onunkisi olduğunu söylüyor ve latif bir istekte bulunuyor, yüreğimdeki sevgiyi tıpkı çocuklara şeker verirmişcesine paylaşmam için, mutlulukla, memnuniyetle.”

“Sevgiyi sunuşumun bir diğer tarifi ise onu Tanrı adına vermeye susamış olmam. Onun sevgisini susamışken içtiğim su gibi verceğim. Büyük yudumlarla vereceğim Onun sevgisini. Her yere döküp her yere saçacağım onu. Vermek için bu denli çok sevgiye sahip olduğum için çok şanslıyım. Sadece vermeye ihtiyacım var, almaya değil. Vermeye olan susuzluğumu asla bastırmayacağım çünkü çok fazlasına sahibim ve o akmak istiyor.”

“Bu denli çok sevgiye sahipken onu nasıl kendimde alıkoyabilirm ki? Onu saklayabileceğim bir depo yok. Yapabileceğim tek şey onu özgürce vermek. Kimse ondan istemek ya da sipariş etmek zorunda değil. Tanrının yüreğime doldurmuş olduğu sevginin özgürce dışarı akmasına müsaade ediyorum sadece. Bundan daha hakça olabilir mi başka bir şey?”

Çeviren: Engin Zeyno Vural